10 Ağustos 2012 Cuma

JAPONYA'DA Kİ DİNLER




Şintoizm - Japon Konfuçyanizm'i - Japon Budizm'i

Japonya'nın yerli dini olan "Şintoizm" de, tıpkı Sinizm'in Çin'de olduğu gibi, aslında Animizm'in bir şekliydi. Bazı çevrelerde eskiden kalma bir Totemizm'in izlerine de rastlanır. Şintoizm'e Çin'den ve Kore'den gelen iki din, "Konfuçyanizm"le Budizm de katılmıştır.

Totemik kalıntılara bilhassa memleketin ilk sâkinleri olan Aino'larda rastlanır ki şimdi bunlar Kuzey'deki Hokkaido (yahut Yezo) adasına sürülmüş durumdadırlar. Aino'ların totem'i ayıdır: Dünyanın en gür sakallı ve kıllı insanlarından mürekkep olan bu kavim, bir efsaneye göre, bir kadınla bir ayının birleşmesinden meydana gelmiştir. Başlıca bayramı da ayı bayramıdır: Bayram dolayısiyle tantanalı bir tören yapılarak ayı yavrusu kurban edilir. Bu yavru küçük yaşta anasının kucağından alınıp bir Aino kadını tarafından emzirilir, sonra dinsel usûl ve erkâna uygun olarak, kadınların itirazları arasında bir erkek tarafından boğulur, parçalanıp yenir.

Bazı Japon halk çevrelerinde tilki ile ilgili bir takım acayip boşinançlara rastlanır: Tilki de herhalde eskiden kutsal bir hayvandı. Bu hayvan pirinç Tanrısı İnarı ile eş tutulur, Tanrıya mahsus bütün tapınaklarda tilkinin tasviri bulunur. Kendine telkin yüzünden meydana gelen ve halk kadınlarının bazen tutuldukları acayip bir akıl hastalığı vardır ki buna "tilki basmış" da denir. Sanıldığına göre hayvan insanın içine göğsünden yahut etle tırnak arasındaki boşluktan girer ve bu kimsenin içinde, kendisininkinden bağımsız bir hayat sürer.

Japonya'da büyük din, "Şintoizm"dir. Bu yerli dinin uzun zaman bir adı olmamıştır. M. S. VI. yüzyılda "Buda'nın Yolu" anlamına gelen "Butsudo" terimine karşılık olarak, "Tanrılar Yolu, Tanrısal Yol" anlamına gelen "Şinto" sözü icad edilmiştir.

Japonlar yazı yazmayı bilmediklerinden ve yazı da onlara ancak M. S. V. yüzyılda Çinlilerden gelmiş olduğundan, dinle ilgili gelenekleri tespit asırlarca mümkün olamamıştır. Başlıca kutsal metin "Kociki" ("Eski Nesneler Kitabı")dır, VIII. yüzyılda yazılmış olmakla beraber çok daha eski görüşleri izah etmektedir. Aynı sıralarda, başka bir kutsal kitap olan "Nihongi" Çince olarak yazılmıştır.

Şintoizm bilhassa Kami'lere, yani ölülerin ruhlarına tapınıştır. Japoncada "Kami" sözü genel olarak konuşanın üzerinde olan herşey anlamına gelir.

Ölülerin ruhları tanrılaşarak yaşayanlar arasında dolaşmağa devam ederler; mezarlarında kalırlar, eski evlerde, kendilerinden sonraki çocuklarının konutlarında kalırlar. Çocukları ile torunlarının sevinçlerine, kederlerine ortak, onların hal ve gidişlerine göz-kulak olurlar. Ölerek tabiatüstü bir takım kudretlere sahip olmuşlardır. XVIII-XIX. yüzyıllarda Şintoizm'in bir yorumcusu olan Hirata'nın da yazdığı gibi, "bütün ölüler Tanrı haline gelirler." Tabiat olaylarını idare edenler onlardır: Dünyayı nüfuslandırırlar, tarlaları bereketlendirirler, mevsimlerin geri gelmelerini sağlarlar, ayrıca afetlerle kıtlıklara da sebep olurlar. İyilikte olduğu kadar kötülükte de kudretli olduklarından, yaşayanlar onların anılarını muhafaza edip hediyeler sunarlarsa iyicil, onları unutup ihmal ederlerse kötücül davranırlar. Mükâfat verdikleri gibi, ceza da verirler.

Böylece, ölülerle diriler arasında karşılıklı bir bağ meydana gelmiş olur. Ölülerin yaşayanlara ihtiyacı vardır. İlkel inanca göre ölülerin rahatlığı, dirilerin onlara karşı gösterdikleri iyi bakıma, mezarlarının üzerine koydukları yiyeceklere, içkilere, eşyaya bağlıdır: Buna göre bir savaşçıya kılıç, bir kadına da ayna vermek gerektir. Sonradan bu düşünce tinselleşir: Ölüler saygıya, minnete muhtaçtırlar. Yaşayanlar ölülerin hükmü altındadır: Ölülerin koruması yahut düşman olması yüzünden, yaşayanlar da mutlu veya mutsuz olurlar.

Birçok Kami çeşitleri bu arada ailenin Kami'leri, köyün Kami'leri, klan'ın Kami'leri; sonra milletin Kami'leri, yani bilhassa İmparator'un atalarının ruhları vardır; son olarak da bazı Kami'ler tabiata, göğe, ağaçlara, taşlara, hattâ aletlere ve mutfak kap-kacağına kadar herşeye can verirler. Japon muhayyilesi dünyayı iyi ya da kötü ruhlarla doldurmuştur. Görünenle görünmeyen, esrarlı münasebetlerle birleşmiş haldedirler.

Bazı metinlere göre, "sekiz milyon Kami" vardır. Daha kudretli olan bazı ruhlar gerçek Tanrı'lar haline gelmişlerdir ve bunlarla ilgili çok eski efsanelere rastlanır.

Birbirleriyle kardeş, aynı zamanda aşıkla mâşuka olan iki Tanrı vardır, birinin adı "İdzanagi" ("dâvetkar erkek"), ötekinin adı da "İdzanami" ("dâvetkar dişi")dir. Öteki Tanrılar bu ikisine dünyayı yaratma işini vermişlerdir. Kadın "ilk defa konuştuğundan", ilk zamanlarda çocukları eksik, düşük doğar. Örneğin bir seferinde de sülük şeklinde bir çocukları olur ki bunu (tıpkı Hz. Musa gibi) kamıştan yapılma küçük bir kayığa koyup suya salıverirler. Sonra, -erkek, gerektiği üzere, ilkin konuştuğundan,- bunların kardeşçe ve tanrısal sevişmelerinden Japon adaları, nihayet de tabiat Tanrıları doğar.

İdzanami son çocuğu olan ateş Tanrısını doğururken ölür. İdzanagi (Orpheus gibi) sevgilisini ve kardeşini bulmak için cehenneme iner. Yeraltı Tanrılarına verdiği söze rağmen İdzanami'yi görmek arzusuna dayanamadığından, cehennemden kovulur. Gidip bir nehirde arınır. Burnundan akan sudan "Susanoo" ("Şanlı ve sert erkek") doğar, ki bu, Okyanus üzerinde hüküm süren fırtına Tanrısı'dır. İdzanagi'nin sağ gözünden düşen bir damladan, ay Tanrısı olan Tsuki-no-kami doğar. Sol gözünden düşen bir damladan da güneş tanrıçası olan Amaterasu doğar.

O sırada fırtına Tanrısı Susanoo Göğe çıkıp Tanrıçasını ziyarete gider, fakat güneş Tanrıçası onun sertliklerinden kurtulmak için bir mağaraya çekilir. Tanrılar onu çıkarmağa uğraşarak mağaranın kapısına kocaman bir ayna, mücevherlerden bir gerdanlık, sonra kumaşlar koyarlar. Udzume'ye de erosal rakslar yaptırırlar ve bu, herkesi güldürür. Amaterasu (yani güneş Tanrıçası) bunları işitince mağaranın kapısını aralar, kendisini aynada görür, ilerler; arkasına samandan örülmüş bir ip gererler. Böylece de dünya yeniden ışığa kavuşur.

Fırtına Tanrısı Susanoo yeryüzüne inince, bir genç kızı yemek üzere olan bir canavarı öldürür: Bu ejderhanın vücudunda da "otları râmeden büyük kılıç"ı bulur.

Güneş Tanrıçası Amaterasu Japon adalarının kaderini kendi torunlarından birine emanete karar verir ve bu da "tenno" yahut "mikado"ların birincisi olur. İktidarın alâmeti olan üç tanrısal hazineyi alır, ki bunlar ayna, mücevher gerdanlık, otları râmeden büyük kılıç'tır...

XVIII. yüzyılda Şintoizm'in bir yorumcusu olan Motoori bu hoş efsanelerin mânasızlığından, bu hikâyelerin doğruluğunu ispat eden bir kanıt çıkararak: "Bu hikâye gerçek olmasaydı böylesine gülünç, böylesine inanılmaz bir şeyi kim uydururdu?" diyor.

Şintoizm'in yorumcuları kendi dinlerinde ne ahlâk yasası, ne de "On Buyruk" bulunduğunu, çünkü Japonların böyle şeye hiçbir zaman ihtiyaçları olmadığını ileri sürmüşlerdir.(...) Motoori'ye göre, takip edilecek yol olmadığını bilmek, "Tanrılar Yolu"nu bilmek ve takip etmek demektir.

Bununla beraber eski geleneklerden bir fikir topluluğu da çıkarmak mümkündür ki bu, kamuoyu yahut kanun tarafından müeyyidelendirilmiş, neyi yapmanın, neyi yapmamanın gerektiği açıklanmıştır.

Bir aile ahlâkı vardır. Yunan-İrlanda aslından olup Japon vatandaşlığına geçen büyük yazar Lafcadio Hearn'e göre -ki Japon dinleri hakkında ilgi çeken görüşler ileri sürmüştür- "Aile bir dindir, aile ocağı ise bir tapınaktır." Ataların tabletleri önünde dua etmek, onlara hediyeler sunmak gerektir. Sonra, Lafcadio Hearn'in yazdığı gibi, "ölüler geçmişin manevi tecrübesini, yazılı olmayan kanunu temsil ederler." Namusa, şerefe aykırı bir tutumla onları üzmek, büyük suçtur. Hirata'ya göre, "ataların hatırasına bağlılık, bütün faziletlerin kaynağıdır." Ayrıca, "ölülere karşı ödevlerini iyice yerine getiren insan, yaşayanlara karşı olan ödevlerini de iyice yerine getirecektir. Çocukların ana-babaya, kadınların erkeklere itaat etmeleri gerektir. Evlenip çocuk yetiştirerek aileyi idame etmek de ana bir ödevdir; insan erkek bir çocuğa sahip olmalı, olamazsa böylesini evlât edinmelidir. O da atalara saygı göstermeğe devam edecektir.

Kamun ahlâkı ise klanın atalarına tapınmayı ve köyün bütün sâkinlerinin birbirleriyle iyi geçinmelerini emreder.

Milli ahlâk bilhassa ana-babaya saygı ve sevgiyi vatanseverlik ve rejime bağlılık halinde genişletmiştir. Japon adaları İdzanagi ve İdzanami tarafından yaratılmıştır; Japonya Tanrılar ülkesidir.(...) Mikado güneş Tanrıçasının soyundan gelmedir, kral ve başrahiptir, tanrısal nesnenin cisimleşmiş şeklidir. Yakın zamanlara kadar Mikado'nun fânilerle hiçbir temasta bulunmaması gerekiyordu, zira bu fâniler tanrısal özle dolu bu varlıkla temastan ıztırap duyabilirlerdi. Bir Japon bütün hallerde Mikado'nun iradesine itaate mecburdur. Hükümdar ve millet uğrunda her şeyini, malını mülkünü, hürriyetini, canını, hattâ ailesini fedaya daima hazır olmak zorundadır.

Ve nihayet, hangileri olursa olsun bütün Kami'lere saygı göstermiş olmak için, Şintoizm, sâliklerine yüreğini ve bedenini temiz tutmayı da emretmektedir. Yüreğini temiz tutmak, ruhları hattâ farkında olmaksızın dahi incitmiş olmaktan ötürü kendi kendine takaza etmek gerektir. Sonra da en yakın tapınağa, yahut aile ibadetgâhına bedeni temiz olduğu halde gitmek gerektir. Beden temizliği dinsel bir ödevdir.

Japonya bugün dahi ibadetgâhlar ve Şinto tapınakları ile doludur. Rahiplerin bekâr kalmaları mecburi değildir, hattâ bunlar başka bir zanaat da yapabilirler.

Tapınma, çok eski zamanlardan kalma bir takım duaları ya da büyülü bir takım formülleri ezbere okumaktan ve Tanrılara pirinç, sebze, yemiş, balık gibi hediyeler sunmaktan ibarettir. Bu ibadette genç kızlar tarafından yapılan rakslar da vardır ve papazlar gibi genç kızlar da Tanrıya karşı herhangi bir ahitte bulunmak zorunda değildirler. Bu rakslar Udzume'nin güneş Tanrıçasının mağarası önünde yapmış olduğu dansları ve ışığın yeryüzüne dönüşünü anıp kutlamak için yapılır. Büyük dinsel merkez İse'dir ki Amaterasu'nun en çok gidilen tapınağı burada bulunmaktadır.

Japonya'ya sokulan ilk yabancı din, "Konfuçyanizm" olmuştur. Bu din Japonya'ya Çin medeniyetinin başka ürünleriyle birlikte, Hıristiyanlık çağının başlangıcında girmiştir. XVII. yüzyıla kadar da etkisi ancak aydın bazı çevrelere münhasır bulunmaktaydı. Konfuçyus'un klâsik eserleri o sırada yayınlanıp geniş ölçüde dağıtıldı; eğitim üzerinde bunlar büyük bir etki yaptılar.

Japon ulusunun çok sevdiği bir ahlâk kitabı da "Ana-baba sevgisinin yirmi dört örneği" adlı Konfuçyus efsaneleri dergisidir. Ailevi ve muhafazakâr olan Konfuçyus ahlâkı, Şintoizm'in aile sevgisi ve geçmişe saygı ilkeleriyle yetiştirdiği Japon ruhuna pek uygun düşmekteydi.

M. S. VI. yüzyılda Koreliler, Çinlilerden almış oldukları Mahâyâna Budizmi'ni Japonya'ya getirdiler.

Şintoizm'in içine işlemiş olduğu Japon ruhu ile bu din, birçok noktalarda çatışma halindeydi. Şintoizm birçok Tanrıların bulunabileceğini kabul etmektedir, Budizm ise katkısız şeklinde hiçbir Tanrı kabul etmemektedir. Şintoizm ruhların mükâfatsız ve mücazatsız, daimi olarak yaşadıklarını ilân etmektedir; bu görüş karşısında Budizm, ruh göçünü kabul etmektedir.

Japon şuuruna uyabilmek için Budizm kendini değiştirmek zorunda kalmıştır. IX. yüzyılın başlangıcında, daha çok Kobodaişi ismi altında tanınan Kukai adında zeki bir bağdaştırıcı, Budizm'i Şintoizm'e yaklaştırmıştır. Bu adam, Şintoizm'in büyük Tanrılarını Buda'nın cisimlenmiş şekilleri telâkki etmek teklifinde bulunmuştur: Budizm dinindeki Bodhisatva (müstakbel Buda) fikri, (ki Japonca'da buna "Bosatsu" denir), bu bağdaştırmayı mümkün kılmıştır. Sonra da Japon Budizm'i Şintoizm'e şöyle bir tavizde bulunmuştur: Ölülerin ruhları yüz yıl kadar canlıların yanlarında yaşarlar; ancak ondan sonradır ki yeni bir hayata başlamak için başka bir bedene geçerler.

Son olarak da Japon Budist'leri dinlerini, kendi ırklarının daha çok iyimser olan mizacına uydurmuşlardır. Budizm nesnelerle varlıkların geçici olduklarını müşahede ve tespit etmiş, Buda da evrensel ıztırabın bu geçicilikten doğduğunu ileri sürmüştü. Estetik duygulu Japon ise, tersine, kâinatın kendi hayranlığına boyuna değişen manzaralar sunmasından sevinç duymaktadır ki bunlar erik ve kiraz çiçeklerinin gözalıcı sevimliliği, ay ışığının tatlı parıltıları, isfendan ağaçlarının kızarmış yapraklarının ihtişamı, karın büyülü güzelliğidir. XVIII. yüzyılda şair İssa gayet hoş bir haikai'de çok yaygın bir Budizm formülünü ele alıp bundan hiç beklenmedik bir sonuç çıkarmaktadır (Haikai, on yedi hecelik küçük bir şiirdir. Yaygın olduğunu söylediğimiz Budizm formülü, bir şebnem âlemi'nden bahsetmektedir, ki burada şebnem, geçiciliği sembolleştirmektedir):

Bu hayal dünyası
Bir hayal dünyasından ibarettir;
Ama, yine de!..

Ama yine de bu hayal dünyasında yaşamak çok tatlı bir şeydir!.. Bu Mahâyâna Budizm'i en mutsuz kimselere Amida'nın Cenneti'nin avutucu ümidini sunmaktadır.

Halk tarafından en sevilen Tanrı, Kuannon'dur ki Çinliler buna "Kuanin" derler: Merhamet Tanrısıdır ve bütün ıztırapların üzerine eğilmiş olarak tasvir edilir: "Bütün tesellileri, bütün yardımları, bütün sevgileri getiren odur: Onun dininin, merhametin esrarlı panteizm'i imiş gibi bir hali vardır."

Halkın sevdiği bir başka Tanrı da çocukların dostu olan Cizo'dur: Dişlerinin çıkması için onlara yardım eder, ağladıklarında gelip beşiklerini sallar, öldüklerinde de gidip öbür dünyada onlarla oynar.

Halk çevrelerinde Kuannon ve Cizo ile beraber, ayrıca Buda azizlerinden biri olan Bindzuru da sevilmektedir. Bu Bindzuru güzel bir kadına fazla alıcı gözle baktığı için gözden düşmüşse de hastalıkları iyileştirmek gibi bir hassası vardır.

Budist tapınakları boyalı ya da lâke, oymalı tahtadan, sanat eserleriyle süslenmiş yapılardır. Bunların en güzelleri Kyoto ile dolaylarında bulunur.

Tapınış, halka ahlâk eğitimi vermeğe mahsus vaızlarla, katolik ayinlerini andıran törenlerden ibarettir: Rahipler dualar ve ilâhiler okurlar, diz çökerler; tören küçük çan sesleriyle ayarlanır; mumlar yakılır; tutuşturulan buhurlar havaya kokular saçar; Müminler dua ederler, yahut: "Namu Amida Butsu!" nev'inden kısa sûreler mırıldanarak Buda Amida'nın kendilerini korumasını dilerler.

Japonların çoğu asırlar boyunca önlerine çıkan büyük dinler arasında bir seçim yapmağa kendilerini mecbur saymadılar: Bunlar, içine bazen Konfuçyus'un ahlâk fikirlerinin de karıştığı, Şinto gelenekleriyle Budist görüşlerden meydana gelmiş bir karışımı kabul etmiş bulunuyorlardı.

XVIII. yüzyılla XIX. yüzyılın ilk yarısında bazı düşünürler, -ki bunların en ünlüleri Motoori ile Hirata'dır,- gerçekten ulusal, yerli din olan Şintoizm'i, yabancı dinler olan Konfuçyanizm ve Budizm'in karşısına çıkarıp göklere yükselttiler. 1868'de, güneş Tanrıçasının soyundan gelme olan Mikadonya fiili iktidarın geri verilişi sırasında eski Şintoizm resmi din ilân edildi ve Budist Kilise, Devlet'ten ayrıldı.

Bu geçici rekabetlerin rağmine olarak, bilhassa halk ve köylü çevrelerindeki birçok Japonlar her iki dini de benimsemiş bulunmaktadırlar.

Dinsel bir vatanseverliğin göklere çıkarılması Japonları, başka ulusların halklarını hor gören ve dolayısiyle insanlığın gerçek menfaatlerine aykırı olan bir emperyalizme götürdü. Nitekim Japon emperyalistlerinin ilkesi olan "Nihon İçi" ("Önce Japonya"), tamamen Şintoizm'den gelmedir.

Bununla beraber Japonların evrensel medeniyete atalara karşı minnet duygusunu, ince terbiyelerini, ve gülümser neşelerini yaratan tabiat sevgilerini getirdikleri kabul edilebilir. - Félicien Challaye, "Dinler Tarihi", Varlık Yayınları, Çeviren: Samih Tiryakioğlu, Eylül 1960, s. 90 vd.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

KAKİSTOKRASİ

Kakistokrasi: Yeniden canlandırmamız gereken bir kelime: Kakistokrasi, iktidardaki en aptal, cahil, en az vasıflı ve prensipsiz vatandaşl...