Kakistokrasi: Yeniden canlandırmamız gereken bir kelime:
Kakistokrasi, iktidardaki en aptal, cahil, en az vasıflı ve prensipsiz vatandaşları tarafından bir devletin hükumetidir. Kakistos, “kötü” olan (belki de “dışkılama” ile de ilişkili) kakosun “kötüsü” nün üstün olduğu “en kötü” anlamına gelir. Kratos (bkz. -Krasi) ile birlikte “güç, kural” anlamına gelir.
“Aptallık fikirsiz olmaktan ibaret değil. Bu aptallık, hayvanların, yumuşakçaların ve tanrıların tatlı, mutlu aptallığı olacaktır. İnsan Aptallığı, birçok fikre sahip olmaktan, ama aptal olanlardan ibarettir. Afişler, ilahiler, hoparlörler ve hatta ikna aracı olarak tanklar ve alev atıcılar ile aptal fikirler, rafine ve aptallığın tek gerçekten dehşet verici şeklidir. ” - Henry de
137 yıl önce bu gün Türkmenistan Merv de Göktepe katliamı olmuş ve Ruslar tarafından binlerce sivil Türkmen katledilmiştir.
Şehitlerimizin ruhları şad olsun.
Unutmadık, Unutmayacağız.
Bilmeyenler ve öğrenmek isteyenler için:
Ruslar, 12 Ocak 1881’de çocuk ve kadınlar dahil binlerce Türkmeni Göktepe kalesinde katletmişti. Göktepe Savaşı, Türkmenistan’da Aşkaabat’ın 50 kilometre kuzey batısında bulunan yerde Ruslar’ın Türkmenlere karşı yaptığı büyük bir katliamdır.
Çarlık Rusyası’nın işgalci ordusunun Türkmenistan’ın Göktepe şehrindeki Göktepe Kalesi’nde kuşattığı onbinlerce Türkmen, gösterdikleri büyük bir direnişten sonra Ruslar tarafından hunharca katledilmişlerdi. Tarihi belgeler 40 bin kişinin hayatını kaybettiğini yazıyor.
Türkmenistan’daki Yengi Şeher kalesi 1881 yılında işgalci Rus Çar imparatorluğu ordusu tarafından ele geçirildi. Kalenin gerçek adı Yeni Şehir’dir.
Aralık 1880’de, general Mikhail Dmitrievich Skobelev komutası altındaki son derece modern teknolojileriyle donatılmış 6 bin kadar Rus askeri Göktepe’yi işgal etti. Bu işgal yirmi üç gün sürdü. Rus ordusu daha sonra saldırıya geçti. Ruslar 12 Ocak günü 25 bin kişinin savunduğu şehri üstün teknolojileriyle ele geçirmeyi başardılar.
Türkmenler burada büyük bir direniş gösterdiler ancak yine de büyük kayıplar verildi. Ruslar, kalelerin altına yerleştirdikleri bin 160 kilogramlık dinamitlerle kaleyi içten vurdular. Ruslar, büyük saldırılar sonucu kaleyi ele geçirdiler. Kalede bulunan yaklaşık 50 bin kadar sivil insan çöllere doğru savrulmaya başladı. Çöllere dağılan insanlar Rus ordusundan kurtulamadı. Ruslar, 6 bin 500 kadar insanı kalenin içinde katletti. Ruslar bu işgal sırasında çok az kayıp verdiler ancak Türkmen askerlerin çoğu hayatını kaybetmişti.
Türkmenistan’ın kurucu Devlet Başkanı Saparmurat Türkmenbaşı tarafından kaleme alınan Ruhname kitabında, 1879 ve 1881 yıllarında Göktepe savaşında asker ve sivil 40 bin Türkmen’in şehit düştüğü belirtilmektedir.
1996 yılında Türkmenistan’ın ikinci büyük camisi olan Şehitler Camii Göktepe şehrinin merkezinde yapıldı.
Türkmenistan’da her 12 Ocak’ta Devlet Başkanı, Bakanlar Kurulu üyeleri, milletvekilleri, kamu kurum ve kuruluşlarının temsilcileri, yabancı misyon şefleri ve çok sayıda vatandaşın katılımları ile törenler düzenlenmektedir. Törenler başkent Aşkabat’a 50 kilometre uzaklıktaki Göktepe Kalesi’ndeki Şehitler Camii’nde yapılmaktadır.
Vatan topraklarını korumaya çalışan ve katliamda şehit düşen Türkmen askerleri ve halkı her sene "Göktepe Şehitleri anısı" adı altında tiyatro oyunlarında yaşatılmaya ve unutulmamaya çalışılıyor. Topraklar için şehit düşen Türkmenler her yıl saygıyla çeşitli etkinliklerle anılmakta ve ruhlarına toplu mevlitler okunmaktadır.
Şehitlere toplu olarak dualar edilir, mevlit yemeği yenir ve anma dolayısıyla her yıl olduğu gibi bir günlük tatil edilir ve bayraklar yarıya indirilir. Televizyonlarda eğlenceli programlara yer verilmezken, Göktepe Savaşı’na atfen yayınlar yapılmaktadır.
Dünya ülkelerinde o kadar ilginç gelenekler var ki duyduğunuzda böyle bir ülkede yaşamadığınız için çok seviniyorsunuz. En ilginç geleneklere sahip ülke ise Hindistan...
Çocukları yüksekten atma
Bu gelenek ilginç olduğu gibi bir o kadar da korkunç. Çünkü Hindistan'daki bazı Müslümanlardaki 700 yıllık bu geleneğe göre yüksekten atılan erkek çocuğunun sağlıklı olacağına ve uğur getireceğine inanılıyor. 2-3 yaşlarındaki miniklerin sakatlanma riskini, korku içinde attıkları çığlıkları ve gözyaşlarını kimse önemsemiyor.
Ganj Nehri'ne girerek günahlardan arınmak
Bu nehir Hindu'lar için tanrıça gibi kutsal sayılıyor. Ganj nehrine girenlerin tüm günahlarından arındığına inanılmaktadır. Aynı zamanda ölen Hindu'lar Ganj Nehri'nin kıyısında yakıldıktan sonra küllerinin nehir suyuna atıldığında kişinin özgürleşeceğine inanılıyor. Bunun için yakılacak olan kişinin çocukluk, ergenlik, evlilik gibi tüm hayat evrelerini tamamlaması gerekiyor. Kızları köpekle evlendirme
Bunun kız çocuğunun ileride gerçek kocasıyla evlenene kadar çocuğu köpeğin koruyacağına inanılıyor. Hindu'lar ve İnekler
Hindu'lar için inek çok kutsal bir hayvan, öyle ki bazı insanlar Hintlilerin ineklere taptığına inanıyorlar. İnek Hindistan'daki her insan için kutsal değil, sadece Hindu dinine mensup olanlar onun kutsal olduğuna inanıyor. Hindistan'da inek kesmenin cezası 8 yıl hapis. Drahoma geleneği
Bizdeki başlık parasının tam tersidir. Hindistan'da evlenecek olan kızın ailesi erkek tarafına yüksek miktarda para veriyor. Bunun için Hindistan'daki fakir aileler kız evladı olmasını istemiyor. Sati geleneği
Bu gelenekte kocası ölüp, dul kalan Hintli kadınlar kendilerini benzin döküp yakarlar yada başkalarına yaktırırlar. Böylelikle kocaları öldükten sonra tüm günahlarından arınıp, diğer dünyada da kocalarının yanında olacaklarına inanıyorlar. Yılan oynatma
Hindistan'da genellikle farkir halkın para kazanmak için yaptıkları bir eylemdir. Fakat bu o kadar yaygınlaşmıştır ki Hindistan'a özgü hale gelmiştir. Holi festivali
Hindistan'da baharı karşılamak adına yapılan eğlencelerden biridir Holi Festivali. İnsanlar birbirlerine boya atarak şakalaşırlar.
Bu festivalin amacı ise herkesin eğlenmesi yaşlıların yalnızlık hissinin giderilmesi, mevsim değişikliği nedeniyle gelen uyuşukluğun, vücut yorgunluğunun gitmesi, enerji sağlanmasıdır. Kurbağaların evlendirilmesi
Hindu geleneklerine göre, kurbağaların evlendirilmesi yağmur tanrılarının hoşuna gidiyor. Bu yüzden bu ay boyunca Hindistan ve komşu Bangladeş'te birçok kurbağanın evlendirildiği belirtiliyor. Uçurtma festivali
Hinduların bu geleneği ise dünyaca bilinen Hindu geleneklerinden biri haline gelmiştir. Bu festivallerde folklorik şarkılar çalınır, danslar edilir ve aileler balkonlara çıkarak uçurtmalarını uçurur.
Yeni bir araştırmaya göre, Kral Tutankamon’un (Tut olarak da kısaltılır) mezarında bulunan demir bıçağın bileşimi, bu bıçağın uzaydan geldiğini doğrulamaktadır.
Girişimsel olmayan, taşınabilir X-ışını fluoresans spektrometri yöntemini kullanarak, İtalya ve Mısır’dan araştırmacılar Kral Tut’un mumyalanmış bedeninde sağ baldırda bulunan hançerin meteor kaynaklı olduğunu buldular.
Kahire’deki Mısır Müzesi’nde sergilenen bu silah, 1925 yılında Howard Carter tarafından tarif edilmişti ve Carter, bu tarihten 3 yıl önce hazine ile dolu mezarı bulmuştu ve “kristal topuzlu, çok süslü altın bir hançer” olarak betimlemişti.
Paslanmayan, homojen bir metalden yapılmış olan bıçakta süslü bir altından sap bulunuyor. Altından kılıfın bir tarafında zambak çiçeği deseni, diğer tarafında da tüy şekli var, çakal başı ile sonlanan bir tasarım yapılmış.
Şimdi ciddi teknolojik gelişmeler araştırmacıların, bıçaktaki kimyasal bileşimi bulmasına izin veriyor. Milano Politeknik Üniversitesi’nin Fizik bölümünden Daniela Comelli, Discovery News kanalına şöyle bir açıklama yaptı: “Meteorik demir yüksek nikel yüzdesi ile karakterize ediliyor”.
Gerçekten de, demir meteoritler çoğunlukla demir ve nikelden yapılmış ve az miktarda kobalt, fosfor, kükürt ve karbon içeriyorlar. Demir madeninden yapılan çıkarmalarda en fazla %4 olarak bulunan nikel içeriği, söz konusu hançerde %11’e yakın oranda bulundu. Bıçağın meteorik kaynaklı olduğu kobalt içeriğinden anlaşılıyor.
Comelli, şöyle diyor: “Hançerdeki nikel/kobalt oranı, erken güneş sisteminde gezegenler arası farklılaşma sırasında basit kondritik oranı korumuş olan demir meteoritlerle uyum içinde”.
Comelli ve arkadaşları demir bıçağın olası kaynağını da araştırmışlar. Comelli, “Kızıl Deniz merkezde olmak kaydıyla, 2000 km’lik bir çember içinde bulunan bütün meteoritleri dikkate aldık ve 20 adet demir meteorit bulduk” diyor. Comelli, “Yalnızca Kharga isimli birindeki nikel ve kobalt içerikleri muhtemelen bıçağın içeriği ile tutarlı göründü” diyor.
Meteorit parçası 2000 yılında Mersa Matruh’da (İskenderiye’nin 250 kilometre uzaktaki bir deniz limanıdır) bir kireçtaşı platosunda bulundu. Çalışmaya göre, eski Mısır’lılar meteoritik demire büyük önem veriyorlar ve onlarla değerli nesneler meydana getiriyorlar, muhtemelen gökten düşen demiri tanrısal bir ileti sayıyorlar.
En eski Mısır’lı demir buluntu, Gerzeh’deki Nil mezarlığının Batı tarafındaki bir gömü alanından çıkarılan dokuz adet küçük boncuklara ait ve milattan önce 3200 yıllarına dayandırılıyor. Bunlar da ince levhalar haline getirilen meteoritik demir parçaları olarak tanımlanmış.
Comelli, şöyle diyor: “Demir Çağı öncesindeki bu gibi buluntuları incelemek çok ilginç oluyor, örneğin Kral Tut’un mezarında bulunan demirden diğer nesneleri de hesaba katmak lazım. Eski Mısır ve Akdeniz yöresindeki metal işleme teknolojileri ile ilgili ciddi fikirler kazanmış olduk”.
Kral Tut’un hançerindeki yüksek kalite, İsa’dan 14 yüz yıl önce bile demir işçiliğinin başarılı olduğunu gösteriyor. Çocuk kralın mezarında bulunan tek gökyüzü kaynaklı nesne bu hançer değil; göğüs kısmı veya kolyesinde bulunan “bokböceği” figürünün Carter’in bahsettiği gibi yeşilimsi sarı kalkeduan taşı değil, ancak Libya çölü silika camı olduğu söyleniyor.
Camın, bir meteoritin veya kuyruklu yıldızın kum yüzeyine çarpması ile oluştuğu düşünülüyor. Böyle doğal camlar sadece uzak ve yaşanmaz Büyük Mısır Kum Denizi’nde (Batı Çölü) bulunabilir diye düşünülüyor. Eski Mısır’lıların yaklaşık 800 kilometre boyunca dolaştıkları zannediliyor.
Yapay ışık kirliliğinden en fazla etkilenen bölgeleri gösteren yeni bir harita yapıldı. Konunun uzmanı bu ışığın ruh ve beden sağlığımız üzerindeki etkilerini değerlendiriyor.
Gece Gökyüzünde Yapay Işık Parlaklığı Dünya Atlası adı altında kapsamlı bir harita Science Advances adlı yayında bu ay yayımlandı. 2001’de çıkarılan ilk atlasın uydu ölçüm sistemi bugünkü kadar gelişkin değildi. Yeni atlas bu nedenle çok daha net görüntü içeriyor.
Atlas, geceleri yeryüzündeki elektrik ışığından atmosfere yansıyan “yapay gökyüzü parıltısını” ölçüyor. Bu parıltı ışık kirliliğinden kaynaklanıyor. Peki bu kirlilik hangi boyutlarda?
Atlas çalışmasını yürüten ekibin başında yer alan İtalyan bilim adamı Fabio Falchi, ışık kirliliği nedeniyle insanların üçte birinin artık Samanyolu galaksisini göremediğini, en büyük kaybın da sanayileşmiş bölgelerde olduğunu söylüyor. Avrupalıların yüzde 60’ı ile Kuzey Amerikalıların yüzde 80’i geceleri Samanyolu galaksisini göremiyor.
Fakat ışık kirliliğiyle ilgili sorun sadece yıldızları görmekle ilgili değil. Falchi ve ekibi bu kirliliğin çevre ve halk sağlığı üzerinde de etkili olduğunu söylüyor.
En yoğun ışık kirliliği nerede?
Ölçümleri yapan uydu, yerden 800 km yükseklikte kutuplar üzerinde dolaşıp geceleri Dünya’nın fotoğrafını çekiyor. Işığın yeri ve yoğunluğu tespit ediliyor. Bu ölçümler daha sonra renkli haritalara dönüştürülüyor.
Haritada gökyüzü ne kadar parlak görünüyorsa gece yıldızları görmek de o derece zorlaşıyor. Örneğin New York’taki Times Meydanı’nda gece gökyüzünde sadece birkaç yıldız görebilirsiniz en iyi ihtimalle.
Haritada kırmızı görülen noktalarda, ışık kirliliğinden dolayı geceyi olduğu gibi görmek mümkün değil.
“Işık kirliliğinin en yoğun olduğu ülke Singapur. Öyle ki buradaki insanların gözü gece görüşüne uyum sağlama yeteneğini kullanamıyor” diyor Falchi. Avrupa, Amerika ve Asya’daki büyük metropollerde sokaklardaki ışık seviyesi, gün batımında olması gerektiği gibi vücudumuzun gece düzenine geçmesini önlüyor ya da geciktiriyor.
Bunun etkileri konusunda araştırmalar devam ediyor.
Gelişmiş ülkelerde elektrik ışığı çok yaygın kullanılıyor. Bu çevre üzerinde büyük bir değişime neden oluyor.
Işık kirliliği sadece büyük şehirlere ait bir sorun değil. Örneğin Las Vegas ve Los Angeles’tan yayılan ışık Ölüm Vadisi milli parkını da etkiliyor.
Vücut saati
Yeryüzündeki diğer canlılar gibi insanların da bir vücut saati var ve uyku ve uyanma düzeni, açlık, aktivite, hormon üretimi, vücut ısısı ve diğer birçok psikolojik işlemleri ritmik olarak bu saat düzenliyor. 24 saatte bir devir yapan bu saatin doğru işlemesi gün ışığı, karanlık gibi önemli sinyallere bağlı.
Atlasta gösterilen ışık kirliliği tek başına doğrudan vücut saatimizi etkileyen bir düzeyde değil belki. Bu ölçüm melatonin hormonunun ne kadar bastırıldığının belirlenmesi yoluyla yapılıyor.
Atlasın ölçtüğü ışık kirliliği ise elektrik ışığının atmosferde yansımasını temel alıyor. Evlerimiz, işyerleri ve sokaklardaki bu ışıklar çoğu zaman vücut saatini bozan bir etkide bulunuyor.
Fizyolojik yapının vücut saatine göre şekillenmesi milyarlarca yıllık bir evrim sonucu ortaya çıktı. İnsanların hayatına elektriğin girmesi ise 19. yüzyıl sonlarından, yaygınlaşması ise 20. yüzyıldan beri söz konusu.
Bu süre evrim açısından okyanusta minik bir damla. Yapay ışığın vücut saati üzerindeki etkisi konusunda henüz fazla bir şey bilmiyoruz.
Son zamanlarda, vücut saatinin sekteye uğramasının uyku sorunu, obezite, diyabet, bazı kanserler ve duygu durumu bozuklukları gibi sorunlara yol açtığına dair şüpheler güçleniyor. Buna yol açan en önemli etken ise gece maruz kalınan elektrik ışığı.
Hangi ışık?
Işık kirliliği, göçmen kuşlarda ve deniz memelilerinde ölüm olayları gibi bazı ciddi ekolojik sorunlara da yol açıyor.
Ampulün icadıyla ışık kirliliğine yol açan teknolojinin biyolojik bilim dalı da ne tür ışıkların günün hangi saatlerinde vücut saati bakımından daha zararlı olduğunu araştırıyor.
Buna göre, gündüzleri yüksek mavi içerikli parlak ışık (floresan), geceleri ise düşük mavi içerikli loş ampul ışığı tavsiye ediliyor. Ayrıca akşamları parlak mavi ekranlı tablet ve akıllı telefonlardan uzak durulması öneriliyor.
Bu araştırmaların ortaya çıkaracağı en önemli veri, sokak lambalarında en az zararlı ışığın uygulanması yönünde olacak. Los Angeles ve New York’ta sokak lambalarının tümüyle “beyaz” LED ışığa dönüştürülmüş olması büyük eleştiri alıyor. Bu ışık vücut saati ritmi ve gece fizyolojisi bakımından insana en fazla zarar veren mavi dalga boyunu içeriyor.
Bilim insanlarının yaptığı bir araştırma, rüya gören beynin hafızayı koruduğunu ortaya koydu.
Science bilim dergisinde yayımlanan makaleye göre uykunun rüya görülen kısmı olan, gözlerin hızlıca oynatıldığı REM aşamasında ritm bozulursa hafıza kayıpları yaşanabiliyor.Fareler üstünde yapılan deneylerde beyin fonksiyonları REM sırasında durdurulan fareler, hemen ardından yapılan hafıza testlerinde başarısız oldular.
REM uykusu sırasında insanlar rüya görüyor ancak rüyaların, yeni anıların yerleşmesi konusunda önemli olup olmadığı bugüne kadar yanıtlanmamıştı. Son araştırmalar REM dışı derin uykuya odaklanmıştı. Derin uyku sırasında beyin hücreleri hafızayı güçlendiriyor ve o günkü tecrübeleri yeniden yaşatan çeşitli kalıpları ateşliyor. REM uykusu sırasında gözlerimiz hareket ediyor ve kaslarımız gevşiyor ama beynin tam olarak ne yaptığı gizemini koruyor.
Bu uyku türü tüm hayvanlar dünyasında, memelilerde, kuşlarda hatta sürüngenlerde bile görülebiliyor. Özellikle de hayvanlarda REM aşamaları çok kısa süreli olduğu için ve diğer komplikasyonlar nedeniyle bu uykunun etkilerini ölçmek zor.
REM uykusuna dalmış insanları ve hayvanları uyandırmak strese ve hafıza testlerini de bozan sorunlara neden oluyor.
REM uykusu hafızayı güçlendiriyor
Kanada'da McGill Üniversitesi'nde çalışan Dr. Sylvain Williams doğrudan uyuyan beyne müdahale etmeye karar verdiklerini söylüyor.
BBC'ye konuşan Williams "Farelerde REM uykusunu bozmak için bir yöntem kullandık" dedi.
"Optogenetics" adında bir sistemi kullanan Williams ve ekibi, farelerde belli sayıda bir hücreye, beyinlerine yerleştirilen minik bir optik fiber sayesinde ışık tutmuşlar.
Araştırmacılar ışığı yaktıklarında "teta titreşimleri" adı verilen belirli bir beyin ritmi büyük ölçüde azalmış.
Eğer bu müdahale farenin REM uykusuna denk gelmişse bunun sonuçları olmuş.
Dr. Williams "REM uykusundaki faaliyeti durdurmak, özellikle hafızanın oluşması ve güçlenmesini engelliyor" diyor.
Örneğin yeni bir nesneyle bir gün önce gördüğü nesne aynı anda fareye gösterildiğinde, fare tanımadığı nesneye odaklanacağına her ikisini de inceliyor.
REM uykusunun yeni anıları yerleştirmesi için kritik olduğu görülüyor. Williams, bunun yanıtladığından daha çok soru yarattığını söylüyor.
Eğer derin uyku hafızayı güçlendiriyorsa REM uykusunun asıl görevi ne?
Williams, "Şu anda iki aşama arasındaki farkı bilmiyoruz. Ama REM uykusunun ana bir rolü olduğunu öğrenmek şaşırtıcı bir haber" diyor.
Araştırma bunama ve diğer hafıza sorunları yaşayan hastalarda incelenmeye değer olabilir.
Williams, "Özellikle Alzheimer hastalarında bu normal faaliyetin nasıl etkilendiğini ve hafıza bozulmalarına nasıl katkısı olduğunu görmek ilginç olabilir" diyor.
Rusya'nın başkenti Moskova'da bulunan misyon kontrol merkezinden yapılan açıklamada “Uluslararası Uzay İstasyonu'nun Dünya'nın etrafındaki yörüngesinde 100 bininci turunu yaptığı” belirtildi.
Yerden 400 kilometre yüksekte saatte 28 bin kilometre hızla hareket eden ISS, Dünya etrafındaki bir turunu 90 dakikada tamamlıyor. ISS'in 100 bininci turunu, Türkiye saati ile 7:35 ile 9:10 arasında tamamladığı kaydedildi. NASA'nın istasyonun resmi Twitter hesabından yaptığı açıklamada da ISS'in şimdiye kadar 2 milyar 600 milyon mil kat ettiği belirtildi. Bu mesafenin Dünya'dan Mars'a 10 kez gidip gelmeye eşit olduğu kaydedildi.
Amerikalı uçuş mühendisi Jeff Williams gelişmeyi “Bu önemli bir kilometre taşı ve aynı zamanda Avrupa Uzay Ajansı, Rusya, Kanada, Japonya ve ABD'nin uluslararası ortaklığına bir övgü niteliği taşıyor” sözleriyle değerlendirdi. Rusya misyon kontrol merkezinin başkanı Maksim Matyuşin de “Uluslararası Uzay İstasyonu'nun gerçek ve etkin bir uluslararası işbirliğinin canlı örneği olduğunu” söyledi.
SS'in Zarya (Şafak) adlı ilk parçası, 20 Kasım 1998 tarihinde uzaya fırlatılmıştı. 2000 yılında Amerikalı astronot Bill Shepherd, Rus kozmonotlar Sergey Krikalev ve Yuri Gidzenko'dan oluşan ekip, istasyona varan ilk uzay ekibi olmuştu. 2 modülle başlayıp 15 modüle ulaşan Uluslararası Uzay İstasyonu bir futbol sahası büyüklüğünde ve yaklaşık 400 ton ağırlığında. İstasyonun yapımı için şimdiye kadar 100 milyar dolardan fazla maddi harcama yapıldı.